GÜNDÖKÜMÜ

 











GÜNDÖKÜMÜ *

Kendimi üstüne fırlatacağım
ey ölüm , boyun eğmeksizin ve
yenilmeksizin.
V.Woolf


* Bu yazıyla  hem 4/Temmuz /2003 de kaybettiğimiz Tomris Uyar’ı analım istedim hem de  Haziran aydökümünü ! vereyim dedim…


Kemoterapiyi bırakalı yaklaşık 7 ay oldu tüm biyokimyasal ve radyolojik sonuçların kötü göstergelerine karşın  Karia şifacılarında da yazdığım gibi şifacılardan destek aldığım şu son 1,5 aydır hiç olmadığım kadar iyiyim hatta o kadar ki tam zamanlı tekrar çalışmaya mı başlasam diye düşünmeye başladım ! .
Mayısta Yatağan’dan döndüğümden bu yana kayda değer bir şey yapmadım ama zaman nasıl geçti onu da anlayabilmiş değilim . 3 Yıldır evi ve ev işlerini önemli ölçüde aksattığım için dolaptı , sandık odasıydı , kenardı , köşeydi derken Haziran’ın ortasını yapıvermişim .  1-2 Gün sonra gene Güneye  ineceğim hem  deniz , güneş ve günbatımı fotoğrafları yakalamaya , hem de Yatağan’ı  ziyaret etmeye !.
Aşağıdaki notlar ortalık toplarken  elime geçti , 3 ay kadar önce  başucumda gezdirdiğim defterlerimden birine karalamış ve unutmuşum  . Okuyunca , karmaşık ruh hallerim ve sızlanma modlarım  önemli ölçüde geride kaldı iyi ki kararımı netleştirdim diye keyiflendim , bir taraftan da  inşallah böylesi karmaşık ruh hallerine ilişkin son notlarım olur bu sayfalar diye düşündüm .
Kolay değil dostlar , çok yıpratıcı koca bir üç yıl geçmiş ,..  Sürecin geride kaldığına emin olduğum anda klavyenin başına oturup şifacıları , ve neler  yaptıklarını hepsini yazacağım ama daha erken kimseye gereksiz ümit vermek istemiyorum , dedim ya ben iyiyim ama göstergeler hala bozuk !. 
Temmuz ayında Faralya köyü anıları ve fotoğraflarıyla buluşmak üzere ,...

23/Haziran/2012
Şehir
 



29 Şubat 2012
4 yıl bu tarihte yazamayacağım , 4 yıl sonra  !?..

Tomris Uyar’la çok geç tanıştım , çevirilerini  okumuştum ama öykülerini hiç okumamıştım. Son aylarda depreşen Biyografi merakım  ömürlerimizin ! son demlerinde tanışmamızı sağladı ,.. Kafa kadınmış .

Gündökümü –Bir UyumsuzunNotları - başlıklı 2 ciltlik anılarını okuyorum .

Bir içki içme ritüelini anlatmış (pg178)  Ehhh .. yani bu kadar olur tıpkı ben !
(Kurşun kalemimle yazmaya devam edeyim diyerek ara verdim ama kendine ait odası olmayan ,mutfakları ve yatakları yazma ve okuma mekanı olan bütün kadınlar gibi en sevdiğim kurşun kalemim kayıp ! bununla idare edeceğiz …) Nerde kalmıştık ?,  178. sayfadaki içki muhabbetinde (silgimde kayıp bu arada !)  




Heveslendim , ben de  benimkileri yazayım dedim.

“ Pırıl pırıl yıkanmış yıkanmış bir balkonda ,  sıcak bir günün  akşamüstüne devrildiği saatte içmeyi sever(d)im Votka –Limon ya da Cin - Toniği .

Dışarda kar yağarken - tıpkı bu geceki gibi – iyi cins bir konyak (şimdilerde çayla idare ediyorum) ve çikolatanın keyfini hiçbir şeye değişmem/değişmezdim !.

İşten yorgun dönülmüş akşamüstlerine hava soğuksa Viski çikolata , sıcaksa buz gibi Bira eşlik eder(di) ,.  (ne güzel günlermiş o günler)

Dalgaların seslerini hemen ayaklarımın dibinde hissettiğim yaz akşamları Rakıyı ,

Uzaklardan deniz kokusunu duyarak yenen keyifli yemeklerde Kırmızı Şarabı başka içkilere değişmem(zdim) …” 

Bu kadar iştahla beş dakikada sayfaları çiziktirmemi ,
Yazmayı özlememe mi ?
İçkiyi özlememe mi ? ,
yoksa Gündökümlerini sevmeme mi ?, bağlamalı …
Ayrımcılık  yapmayıp (d) hepsi şıkkını işaretleyeyim .
Birde kalem ve kağıt gerçeği var tabiki .
Bugün 29 Şubatın mana ve önemini idrak eden bir vatandaş olarak  aslında sabahtan beri içimden hep bir şeyler yazmak geldi ama klavyenin başına geçip açtığım birkaç Word dosyasına da manasız şeyler çiziktirince “hımm demek ki canın yazmak istemiyor kendini zorluyorsun” dedim ve yazı eyleminden vazgeçtim .
Kalem ve kağıt ikilisinin hayatımın fetişleri olduğu gerçeğini kabullenmemin zamanı çoktan geçti ama ,… Aslında bu kabul etmeme /red geleneğinin temelinde yatan derinlerden seslenen iç sesi gayet iyi tanıyor ve biliyorum
 “ Kendine ait bir oda “ .
Lakin bir ayağım çukura kaçmışken bir odam olamayacağı gerçeğini , odam olmadan da yazma eylemi/yazma isteği geldiğinde kaleme sarılmam gerektiğini , beynime anlatmam lazım .Yazdıklarımın ortalık yerlerde olması , başka gözlere de göz kırpıyor olması artık bir şey ifade etmediğine göre ! , “ İçi dışı bir”  Bir kadın haline dönüştüğüme göre !!

Vay bee ,.. 178 . sayfadaki 3 satırlık betimlemeden nerelere geldim . Bu kadarla yetireyim kitap pek keyifli okumaya devam etmek istiyorum.
 364 . sayfadaki küçük burjuva hallerini , Rönesansı  ve Aydınlanması olmayan gariban ülke aydınlarının biçareliğini anlattığı son paragrafı da not edeyim ve şimdilik bu kadar diyeyim … 

29 Şubat 2012         
21.55  Mutfak / Şehir





7 Mart 2012

Beynimde sürekli yazıyorum iş kaleme ya da klavyeye gelince bir durgunluk bir kaçış isteği tüm benliğimi sarıyor , “yüzleşmeden kaçış “ diye yorum yapıyorum, ne kadar doğru bilemiyorum . Sürekli yumruk yemekten bitap düştüm aslında en büyük neden O sanırım . “ Hacıyatmaz “ dan beter oldum ,.
Yumruk ye -  nakavt ol – yere yapış – dikil ayağa – yumruk ye – nakavt ol – tekrar dikil … bir kısır döngü , biteviye bir süreç , nereye ve ne zamana kadar ?...
Hacıyatmaz bozulmaya başladı herhalde ki tekrar dikilmesi güç oluyor oradan buradan ittirip kaktırmak destek olmak gerekiyor .
Bazen çok süslüyorum , ojeler , rujlar , renkli kıyafetler bazen bir pijama / sabahlık ,.. bazen bir sevinçle güne merhaba diyorum , akşama hüzünle elveda ,.
Karmaşık ruh halleri .
“Kemoterapiden tamamen vazgeçsem her ay marker kontrolünü  bıraksam  hayatın kalan günlerine kendimi teslim etsem , tıpkı denizin koynuna kendimi bırakır gibi kendimi yaşama bıraksam , gittiği yere kadar kararını alabilsem , aldırsalar beni rahat bıraksalar sanki çok daha iyi olacakmışım gibi”.
Tıpkı şimdi olduğu gibi bazen bu duygular baskın oluyor bazen de teslim olmayıp söylenenleri yapmazsam hata yapıyormuşum duygusu .. Git  – Gel ler arasında geçen boş günler/boşlukta günler . Vee sanırım beni en çok kahreden de bu boş günler , her sabah günün programını yapmaya çalışıp bir şey bulamayınca daha depresif oluyorum . Yapabileceğim şeyler ,yazacağım ya da ilgileneceğim konular var ama çoğunlukla bir şey yapmak gelmiyor içimden .Neyse gene sızlanma modundayım ,bu mod bana bir şey kazandırmıyor ne çare ki son aylar bu moddan çıkamadım bir türlü.
Hoşçakal

7 Mart 
23.15 Şehir 

Karia Şifacıları ...


Benim yazılar “aylık bülten” havasına girdi , 1 ay geçmiş blogda hareket yok .Tembellik yapıyorum aslında hareket var , Kanserim de hareketli ,Ben de hareketliyim, beraber geziyoruz da !.
Geçen ay yazmıştım “kalbim Ege’de kaldı “diye ,.. Kalbi , Kanseri ve Aslı’yı bahane edip gene indim Güney İllerine, Akyaka’yı mesken tuttum, Karia şifacısında şifa aradım ! …
Şimdi eminim Şifacılarda nerden çıktı diye soruyorsunuz !?.. 
Bende yanıtlıyorum ;
Geçen yazımda  PET CT sonrası kendimce alternatif birşeyler yaptığımı Nisan ayındaki rutin kontrollerime kadar kaçmayı planladığımı yazmış sonuçlara göre yeni yol haritası çizeceğim demiştim. 10 Nisanda -genel kontrol dönemimdi- Torax CT , Batın MR ve Markır sonuçlarım PET e uyum gösterip , akciğerdeki nodüller %50 daha  büyümüş , lenf nodları ceviz büyüklüğünü geçmiş ele gelir hale gelmişler !,  markır olmuş 500 gibi veciz  durumlar ortaya çıkınca, benim kendi kendime tedavimin kıymeti harbiyesinin olmadığı belli oldu . Belli oldu olmasına da, lakin benim kemodan uzaklaştıkça iyileşmem devam etti. Tüm radyolojik ve biyokimyasal değerlere inat iyilik halim devam ediyordu acilen kemoterapiden  kaytarmak için yeni nedenler bulmalıydım işte bu Karya şifacısı işi tam o günlere denk geldi.
Blog yazılarımın en başlarında bir yerlerde yazmıştım hatırlarsanız “kanser olduğum ilk günlerde sayısız şifacı ve şifa veren kişi – adres ve faydalı yiyecek bombardımanına tutuldum, aman iç sesinizi dinleyin prim vermeyin” diye . O günlerdeki İç Sesim Darwin’ciydi !! şimdilerde ne olduğu belli değil , Kemo ve Radyo dayaklarını yiyince feleğini şaşırdı garibim.
Sonuçta  etrafa haber saldım “ üfürükçü yarışması açtım katılan kazanıyor” diye !!..   Komşum Mete’nin Yatağan’daki şifacısı ile Filiz’in Fındıkzade’deki  İksircisi yarışı göğüslediler ve Nisan sonu itibariyle dostunuz kendini şifacılara terk etti !…
Kötü mü ettim? ,.. Vallahi özellikle şu son bir haftadır hiç olmadığım kadar iyiyim , tıpkı kanser öncesi günlerdeki gibi hareketliyim, kıçım şahane , oram buram ağrımıyor zaten her gören “Feyza çok iyi görünüyorsun” diyor.
10 günün içinde gelişen bu hızla iyileşme sürecinin – söz konusu olan fiziksel iyileşme iç cenahta ne oluyor onu 3 ay sonra anlayacağız - müsebbibleri ; şifacılar mı ?.. 4 aydır kemodan uzak olmam mı ? .. tekrar kemo olmamak için beynimin davaya müdahil ! olması mı ? yoksa sondan bir önceki ! iyilik hali mi ?
Her ne hal ise “Elle gelen düğün bayram” der ya bir özdeyişimiz , bende kendimi sürecin akışına bıraktım,.. Günü , Anı  yaşa fazla deşeleme…
Kanser durumum budur arkadaşlar ,..  
Karia Şifacısına gelince ; Bir tarihlerde (2006 ) Karia uygarlığına merak salıp ciddi okumalar yapınca Karia bölgesinde (Muğla –Aydın )   önemli bir çok  okült merkez olduğunu ,Güney Batı Anadolu’nun  MÖ 5000 lere kadar giden uygarlığının sakinlerinin yazıları hala tam çözülememiş Leleg ve Kar halkları olduğunu öğrenmiş ve Sümerlerin bu halklara “Deniz kıyısındaki güneş bahçesi halkları “dediğini , Mısırlı Firavunların zamanında ise “Denizin yüreğinde yaşayan insanlar” olarak adlandırıldıklarını okumuştum. Dağlık bölgelerde yaşayan halkların ise hep isyankar ve özgürlükçü olduklarını okuduğumda aklıma Aydın’ın  Efe diyarı oluşu gelmiş ve “Zeybek kültürü antik döneme kadar taşınır mı acaba?” diye düşünüp notlar çıkarmıştım araştırmak üzere . Tüm bu özelliklerinin yanısıra Karia’da bir çok kentin kehanet merkezi olduğu ve kahinleri barındırdığı bilgisi de ilgi çekiciydi , hele bu merkezlerden bazılarının her sene deniz- güneş- balık diye Bodrum’a giderken (Stratonikeia-Eskihisar , Lagina – Turgut Leyne ) ve Bodrum’un içinde ! önünden geçip gittiğimiz yerler olduğunu öğrenince (Pedasa –Konacık Gökçeler köyü , Salmakis – Bardakçı , Telmesos –Gürece) .

Karia kentlerinin bir bölümünü okumalara yoğunlaştığım sene gezmiş, ama önemli bir kısmını sonraya bırakmıştım . Kanserim beni Yatağan’da Şifacıya götürünce Yatağan ilçe sınırları içindeki Stratonikeia ve Lagina’yı ve Tanrıça Hekate’yi ziyaret etmek farz oldu !!!..
Size her zaman yazıyor ve söylüyorum gezmeyi kafanıza koyunca kanserde olsanız bir yolunu buluyorsunuz.  “ Yatağan’da şifacıya gideceğim”! bir yöntem mesela .

Şifacı ve Şifahanede ! gördüklerim yaşadıklarım ilerleyen zamanlarda ayrı bir yazı konusu olacak. Şimdilik , bu yaşa kadar aldığım eğitim, öğretim 1 haftada yerlerde sürünür, sıfırlanır hale gelip depresyona girmeme ramak kalınca , bir dinginlik hali geliştirip olayları kaşımadan deşmeden “kabul” noktasına geldiğimi söylemekle yetineyim .

Şifacı'daki sabah on - akşam beş seansları ! arasında ise Karya’nın antik kentleri ve Muğla’nın beldelerinde  Baharın keyfini çıkarıp epey fotoğraf çektim.
1960’lı yıllarda Acıbadem’de ! anneannemin evinin önündeki Gelincik tarlasındaki yuvarlanmalardan sonra , Gelinciklerle tek tük kenarda köşede karşılaşmanın ötesinde bir beraberliğimiz olamamıştı geçen haftaki  Lagina gezisine kadar. Kırmızı tarlanın  muhteşemliğini ,bulutların dansını fotoğraflamaya çalıştım ama! …

Yolunuzu o yöreye düşürürseniz  Pınarbaşında (her yerde yön tabelası var) güzel bir saç kavurma yemeyi, ördeklerle kazlarla çınarların serinliğinde keyif yapmayı da unutmayın.

Stratonikeia uzun yıllar Eskihisar köyü yerleşim alanında kaldığı için birçok köy evinin yapımında antik taşlar kullanılmış . Kenti Lagina’ya bağlayan Kral yolu bir başka adla Kutsal Tören Yolu ve Nekropol ne yazık ki kömür ocakları ve Termik santral yüzünden kaybolmuş.
Osman Hamdi Bey sayesinde  Lagina kazısıyla bir ilk gerçekleştirilmiş yabancı desteği olmayan ilk yerli kazı olarak Arkeoloji tarihine geçmiş . Turgut beldesinde de Osman Hamdi’nin kazı sırasında kaldığı evi restore edip müze haline getirmişler hoş bir yer gitmeye değer, yoldan çok uzaklaşmıyor Ege’nin sessiz sakin bir beldesinin köy kahvesinde  çay içip sessizliğin tadını çıkarıyorsunuz.
Bu bahsettiğim yerler Yatağan Milas karayolunda , Yatağan Muğla yolunda ise Belen Kahvesi ve Belen Değirmeni var, nefes almalık güzel yerler , Muğla’nın dağ köylerini dolaşmak da  gezimizin bonusu oldu, keyif kattı .
Tarihi seviyor Ören yerlerini gezmekten hoşlanıyorsanız Ankara’dan ya da İstanbul’dan arabayla gelirken sizi hiç zorlamayacak yerler sözünü ettiğim yerler ,..

Kanserle birlikte yaptığım Seyahatler beni “Yaşamda iyi ya da kötü her şeyin bir nedeni olduğuna inananlara daha fazla inanmaya çağırıyor”  Neden acaba ?!!!...  
Kalın sağlıcakla.

10/Mayıs/2012  Şehir

Kaçak Hasta ...



70’li yıllarda Kaçak isminde sürekli kaçan bir adamın başrolde olduğu bir dizi yayınlanırdı televizyonlarda , bana  eskilerin deyimiyle ” temcit pilavı” gibi geldiği için  sevmezdim  ama o kadar fenomen bir hal almıştı ki  başrol oyuncusunun  pardesüsü ve dizinin müziği izlemediğim halde bugün bile aklımda.
Nerden aklına geldi 40 yıllık dizi derseniz ?,  Kendimi  son günlerde O adam gibi kaçak hissediyorum . Kanserli hücrelerimden kaçmaya çalışıyorum  lakin benim cüceler boylarına poslarına bakmadan bir depar atıyorlar bütün avantajımı yitiriyorum ,.. Cücelerle yaptığım kovalamaca yetmezmiş gibi son günlerde doktorlarımla da bir kovalamaca başladı .
Ocak ayında karşıma dikilen PET CT raporu sonrasında memleketimin bütün  onkologları ! Kemoterapiye başlamam konusunda fikir birliğine vardılar. Ben bu fikir birliğine bir türlü iştirak edememenin sancısı ve sıkıntısı ile tüyme yolunu seçtim !..
Bu satırları size Bodrum’da Dinç pansiyonun önündeki koltuklarda bir yandan Kedi gibi güneşlenip ! ,bir yandan da “ahh  ne olacak benim halim ?.. “ düşüncelerine gark olmuş bir halde yazıyorum !!! ...
Sevgili dostlar , Kanserdaşlarım , - eski Sovyet jargonuyla yaptığım girizgahı bağışlayın , Vasili Grossman’ın  2. Dünya savaşı ve Stalin Rusya’ sını anlatan dönem romanı, Yaşam ve Yazgı adlı 3 ciltlik kitabını  okuyorum ,konunun  meraklılarına tavsiye ederim -  farkettiğiniz gibi gene bir yolculuğa çıkmış bulunuyorum  yukarda da yazdığım gibi bu yolculuğun konsepti ! “kaçaklık “üzerine .
Neden kaçaklık yaptığıma gelince ,.. Tüm raporlara karşın kendimi çok iyi hissediyorum , 2,5 aydır kemo almadığım için aşağı takımlar ! nispeten yola geldi ,1-2 kilo aldım ,kan değerlerim markırım hariç ! gayet iyi ,halsizliğim nispeten azaldı vs vs.
Kanserli tümörlerimin tekrar agresifleşmesi ve  markırımın  yükselmeye başlamasına karşın durum bu . Bende kendime 1-2  ay daha kafa tatili verdim  ve  Kaçtım …
Bu arada 20 gündür  pek bilinmeyen bir alternatif tedavi yöntemiyle uğraşıyorum bu 1-2 aylık molayı birazda bu tedavinin sonuçlarını görebilmek için verdim , iyi ya da kötü tüm gelişen süreci ve detayları elle tutulur  sonuçlarla birlikte paylaşacağım , henüz bir şeylerden söz etmek için erken .



Yukardaki satırları  16 Mart’ta yazdıktan sonra, gezmekten yazıyı tamamlama fırsatı bulamamıştım , fotoğraflarımdan da anlaşılacağı gibi Güney Ege ‘de doyasıya bir bahar keyfi yaşayıp İstanbul’a dönmüş bulunuyorum .
Bu satırları da yıllardır ilk defa bu kadar uzun tatil yapmanın keyfiyle yazıyorum. “Mutluluk  anlık  duygudur uzun zamana yayılamaz “diye okumuştum bir yerlerde ,. Kanserimi ve Kaçaklığımı unuttuğum  anları yaşadım ve sonrasında  Mutluluk bu işte dedim !,.ölmüşsün , yaşamışsın boş veeerrr  “Mutlusun  “ . Gerisi boş .
Yolculuk anılarına geçmeden  hemen yazmamda fayda var kaçaklık halim devam etmekte olup kanserimle ilgili olumlu ya da olumsuz herhangi bir bilgi sahibi değilim .
Şubat başındaki Ankara seyahatinden de acil kemoterapiye devam kararı çıktığını  daha önce yazmıştım , zaten sevgili cool Onkoloğum ! PET raporu sonrası bana verdiği tüm izinleri kaldırıp hemen  raporumu  hazırlamış ve Eczacılar birliğine postalatmıştı. Başlanacak kemoterapi ilacı soğuk zincire uygun olarak  kargoyla Eczacılar birliği tarafından doğrudan  evime gönderilip bana  teslim edildi. Prosedür böyleymiş . ( Bu ilaç benim hastalığım için kullanılacak en son ilaç başkada bir ilaç kalmadı zaten.) Bende gelen ilaçları  -22 kutu – pasta kutusuna ! sarıp dolaba kaldırdım ,her dolabı açtığımda sinirim kalkmasın - Aaaa ne zaman pasta almıştım diye düşünüp sonra olayın  ayırdına varayım diye – işe yaradı valla imajı düzeltince sinirimi fazla oynatmıyor . Özetle  İlaçları da dolaba tıkıp tüydüm anlayacağınız .
Kaçaklığımı bir süre daha sürdürüp keyfini çıkarmayı ve alternatif tedaviye devam etmeyi düşünüyorum , markırıma göre yol haritası çizeceğim .Alternatif tedavinin olumlu yada olumsuz sonuçlarını da o zaman detaylarıyla paylaşacağım. Şimdi boş verin kanseri manseri gelin Ege’de baharı yaşayalım …
Uzun yıllardır Bodrum’ a yaz aylarında ayak basmam, ama bahar aylarında yarımadanın her tarafı kır çiçekleri , papatyalar , gelincikler ve katırtırnaklarıyla dolduğu zaman bir başka güzel görünür gözüme, yaz çirkinliklerini unuturum  hemen .Üstelik  geziyi Bodrum’la sınırlamayıp  Bozburun’a kadar uzanınca güzellikler katmerlendi .
Uzun araba yolculuğuyla yorulmamam için gece konaklamalı kısa bir rota belirledik kendimize. Bodrum’dan  yola çıkıp Milas – Yatağan -  Muğla üzerinden Akyaka ‘ya geldik, küçük , sempatik ,denizin dibinde bir otele çantaları koyduk ve keşfe koyulduk .
Çok uzun yıllar önce dere kenarında yediğim akşam yemeği ve Akyaka’ya hayat veren  Nail Çakırhan - Halet Çambel  hocaların yaşam öyküleri  dışında bu kasabayı bilmiyordum  ve bu kadar geç keşfetmiş olmama  üzülmedim desem yalan olur.
Pırıl pırıl , içilesi bir suya sahip Azmağın güzelliği ,.. Hiçbir çirkin yapılaşmanın olmadığı sokaklar , evler ,.. Nefis bir orman, yürüyüş yolları ve deniz kestaneli ! bir Deniz . - Deniz kestanesi ancak çok temiz denizlerde yaşayabilir biliyorsunuz. -  Akşam dere kenarında ördekler ve kazlarla birlikte yenen, ılık bir bahar gecesi yemeği ve uyku .
Sabah kahvaltı sonrası rotamız , Gökova’nın başka güzelliklerine doğru yol aldığımız kısa bir araba yolculuğu ,.
Turnalı köyü ve Akbük .
Cennetten iki köşe , bakir ellenmemiş diyarlar , gelincikler , rengarenk mine çiçekleri , limonlar , mis kokulu mandalinalar , tavuklar , horozlar , mandalar , ılık bir hava , akvaryum gibi bir deniz .
 ” TOplu Katliam İdaresini  buralara yaklaştırma , bu güzellikleri  İnsanlık  yoksunlarının  talanından  koru  yarabbim “ diye epey yakardım yukarılara , işe yarar mı ?..    

Bir sonraki yolculuğumuzu  ördeklerle , kuğuların gezinti yaptığı bir ırmağa , Çam ve Günlük ormanlarının arasından denize ulaştığımız Bördübet’e  yaptık .Tesisler kapalıydı ama doğa kucağını açmış tüm güzelliğiyle bizi bekliyordu .

Datça yolundaki bu saklı cennetten ayrılıp bir başka koya Hisarönü Körfezine yol aldık . Yaz aylarında onlarca insanın deniz üzerinde yürüdüğü  gibi bir algı yaratan Orhaniye koyundaki ünlü  Kızkumu’nda  yalnızlığın keyfini çıkardık , denize dokunmanın hazzını yaşadık . Sonrasında ver elini Selimiye ,. Açık bulabildiğimiz bir küçük pansiyona yerleşme ve doğruca otlara ,börtü böceğe ! ve balığa doymak üzere Sardunya’da yer kapmaya . Bilmeyenler için kısa bir ara not - Sardunya , ünü yabancı yatçılara kadar yayılmış yaptıkları her yemeği hakkını vererek yapan  bir balık restoranı , Mart ayında bile tüm masalar doluydu –
Sabah , yakmayan ama ısıtan keyifli bir güneş altında  denizle iç içe güzel bir kahvaltı ve Bozburun’a hareket .
Yolda papatyalar arasından Selimiye koyunun muhteşem manzarasına dayanamayıp fotoğraf çekmeye kalkışınca yukardaki manzara ortaya çıktı , karnım çömelmeye ve eğilmeye engel olduğu için! attım kendimi çimenlerin üstüne ,.. Ben titretmeden deklanşöre basmaya uğraşırken Ahmet’te beni fotoğraflamış .

Bozburun’da kahve molası sonrası Marmaris’e doğru yol alıp Marmaris eski limanda  bira - patates ikilisinin keyfini çıkarıp akşam Azmak kenarındaki güzel bir otelde konaklamak üzere Akyaka’ya döndük .

Bir sonraki gün Gökova körfezinin zaman zaman kıyısından çoğunlukla da dağ köylerinden geçen kıyı yolundan Bodrum’a yol aldık .
Akyaka – Akbük – Ören – Çökertme – Mazı - Mumcular – Bodrum rotası  yolun oldukça bozuk olması yüzünden beni zorlasa da herşeye rağmen gidin gezin diyeceğim beldeler .
 6-7 sene önceki yaz aylarında Mazı ve Ören’e yaptığım  gezilerde yolun bu kadar kötü olmadığını  hatırlıyorum , belki kış çıkışı olduğu için böyleydi yaz gelmeden onarırlar kimbilir  !.
Sizlerde benim gibi Yazlık beldeleri bahar  aylarının renkliliği ve sessizliğiyle sevenlerdenseniz kendinizi ödüllendirin ve hemen yola çıkın 2 - 3 gün bile nasıl iyi gelecek göreceksiniz . Mayıs sonuna kadar zamanınız var , uçak biletleri ucuz , pansiyonlar,  oteller yaz fiyatlarının yarısı hatta üçte biri , dinleyin beni sonraki bahara ertelemeyin düşlerinizi …
Evet dostlar ,bu kısa turun ardından Bodrum Turgut Reis de görümcemin ” kaptan köşkü” ne benzettiğim evinde bir hafta daha ağırlanıp ,değişik beldelerin  (Gümüşlük ,Torba ,Akyarlar vs.) bahar sessizliklerinin tadını çıkarıp Kürkçü dükkanına dönmüş bulunuyorum ama , klasikleşmiş ve çok sevdiğim bir şarkının sözleriyle  “KALBİM  EGE’de KALARAK “  .

2/Nisan/2012
Feyza                                        

Haydarpaşa’ya güzelleme ...






Güzelleme başlığına kanıp şiir falan döktüreceğimi sanmayın , benimki “ başlık kandırmaca yöntemiyle”  okuyucu sayısını arttırma ! , Gazteci  milletinden ! öğrendim  bir deneyeyim dedim , görcez bakalım ne kadar okunacak ?.. 
Sulu ve geveze bir günümde olduğumu yazının girizgahından anlamışsınızdır , son durum raporunu verip ufak , ufak Haydarpaşa’ya intikal edeyim :
Ölmedim ,.Gitmiyom ,..  Kalıpdurum ,.!!  
Nedir bu” Ege ağzı” sorularına yanıt ; Küllükü ! özledim , Egeyi özledim , çekip gidesim var ama Ankara’ya çağrıldım , emir büyük yerden , boynum kıldan ince !.. Gitmezsem  moktan bir ilaca başlamak gibi tehditler savrulacak biliyorum , o yüzden gidimde hem kendimi acındırırım , hemde  sevgili dostumun ülkenin bütün onkologlarına beni gösterme kararlılığına !  katkım olur dedim ve haftaya ;
 “Ankara,  Ankara güzel Ankara
 Seni görmek ister her bahtı kara “
türküsünü çığırarak , dara düşmüş bir  vatandaş olaraktan Ankara’ya gidcem  !! .  
Sonuç olarak Kanserle ilgili geniş raporumu ve kanserdaşlarıma öğütleri Ankara dönüşü sunacağımdan konuyu daha fazla saçmadan Haydarpaşa’ya geçelim …

Efendimm ,..  nerden çıktı bu Haydarpaşa  muhabbeti dediğinizi duyar gibiyim , hemen izah ediim ;
II.Abdülhamit zamanında İstanbul – Bağdat demiryolu hattının  başlangıç istasyonu olarak , taaaa  1908 de yaptırılan 104 yıllık haşmetli Alman yapımı binanın ,… Ve dahi  İstanbul’un Anadoluyla bağlantısını sağlayan  tüm demiryolu taşımacılığının bir çırpıda yok edilmesine ,..  
2 yıl (iki koca yıl ) Tren Miren yok kardeşim , hayden işinize !,. Bu Fetva ve TOplu Katliam İdaresiyle ! ve de başkanlarıyla ilgili yerli yersiz konuşanı da , yazanı da !!  Ufalarım haa ,.. mantığındaki açıklamalara ,.. 2 yıl sonrada Haydarpaşa'ya tren mren gelmeyeceğinin İstanbul Başefendisi tarafından gayet sarih olarak " çünkü metro bitiyor " gibi (Paris -Londra vb. kentlerde metro mu yok ? Gar mı ?!! ) absürd bir argümanla açıklanmasına karşın ,..   Oluşamayan kamuoyu ! , duyarsızlık ve ilgisizlik ,.. tahammül sınırlarımı zorlayınca  Haydarpaşa’ya gitmek üzere kendimi sokağa atma kararım , Kar , Tipi ve benim kamuoyu ! (Aslı ve Mustafa ) tarafından aklı selime davet edilmemle gerçekleşemedi .
Dün itibariyle hava biraz  yumuşayınca hiç olmazsa Eski iskeleden (Beşiktaş iskelesi ) uzaktan da olsa birkaç fotoğraf çekip , güle güle Haydarpaşa demek üzere Kadıköy’e indim . Objektifimin yetersizliği ve ışık yoksunluğu iyi fotoğrafa engeldi ama – benimki de tam oynayamayan gelin öyküsü gibi oldu !! – maksadım durum belgesi oluşturmaktı , iyi fotoğraf değil .
Fotoğrafları paylaşıp yanına bir iki kelâm edeyim dedim ve geçtim klavyenin  başına . Bu arada farkettim ki  Haydarpaşa’ya ve Demiryolu taşımacılığına ağıt yakmadan duramayacağım , girişteki sululuklarımda durumu hafifletmek için kurgulanmıştır yoksa içim kan ağlamaktadır ,. işte durum budur ! …
Ağıt yakmak kelimesini bilinçli kullandım , zira Haydarpaşa Garının kaderi herhalde , gar bana hep hüznü çağrıştırır . Bu çağrışımın nedenleri üzerine düşününce ; tren istasyonları zaten ayrılıklar ve gitmekler  üzerine kuruludur , hüzünlü yerlerdir gibi söylemlerin ötesinde bir şey çıktı karşıma  “ Yeşilçam filmleri “!!. 

Haydarpaşa’dan trene binip bir yerlere gitmek  benim kişisel tarihimde fazla yer tutan bir şey değildir . O  görkemli binayı ilk defa yakından - sandala binmek çok hoşuma gittiği için - çok küçükken dedemin ve babamın birkaç defa Kadıköy - Haydarpaşa arasında yolcu taşıyan  sandallara  bindirdikleri zaman görmüştüm , birkaç kez de Ankara’ya gitmek için gitmişliğim vardır .Tabii Kadıköy’den Karaköy’e gitmek yada tersini yapmak  için bindiğim vapur veya motorların  her Haydarpaşa iskelesine yanaştığında binanın  bir başka güzelliğine tanıklık ettiğim gerçeğini de unutmamalı .
Lâkin , eski filmlerle Haydarpaşa  istasyonunu  birlikte bir düşünün ; 
Peronlardaki ağır ağır çekimlerle !! gerçekleşen “ koşarak  kavuşma “ ! sahneleri ,..
Hüzünlü el sallayışlar , pencerelerden yarı beline kadar sarkanlar , tren  gardan uzaklaşana kadar yitip giden bakışmalar !,..
Anadolu’dan gelen fakir kızın  , zengin oğlanla maceralarının başlangıcında , ürkek ürkek giden gelen trenlere ve koşuşan İstanbul’lulara baktığı sahneler …
Tahta bavullarına oturmuş , Gar merdivenlerinde kendilerini  almaya gelecek oğullarını  bekleyen yaşlı teyze ve amcalar ,.  arkada tarihi yarımada silüetli  güzelim İstanbul ,. tüm bu sahnelerin fonunda da  Haydarpaşa İstasyonu …

İşte bir çırpıda aklıma  gelenler ,  kimbilir unuttuğum daha Ne sahneler var , Ne sahneler ...
Tabii  bu imaj  - Haydarpaşa / Yeşilcam  birlikteliği -  bizim  kuşaklara  özgü bir şey, üstelik  benim gibi yatılı okul çocuğuysanız bir döneminiz banko Yeşilçam filmleriyle geçmiş demektir .
Çamlıca yıllarımda  (Çamlıca kız lisesinde 6 sene , 64-70 yılları arasında yatılı okudum) her Çarşamba öğleden sonra yatılı öğrenciler için beden salonunda sinema salonu kurulurdu , herkesin kendi sandalyesini getirdiği beyaz bir perdenin tavandan sarkıtıldığı portatif bir sinema .
Yaşlı bir amca , eski bir film makinası ve koltuğunun altında (muhtemelen beşinci sınıf kopya) Yeşilçam filmi olan koca bir film makarasıyla  gelir , kapıda paraları toplar ( 10 kuruş muydu ? 25 kuruş mu ? ) herkes sandalyelerine oturur ve karanlık , bozuk sesli bir melodram akmaya başlardı perdede . Başka hiçbir eğlencenin olmadığı o yıllarda çok kötü de olsa tüm  filmlere gider , sinema salonunda makara yaparak eğlenirdik ,.. Bu film gösterimleri  başka okullarda da vardı herhalde ki , Yeşilçam hiç ölmedi , gençler hep el verdiler kötü de olsa tüm filmlere …

Filmlere el verdik Yeşilçamı kurtardık ama Haydarpaşa’yı kurtaramadık ne yazık ki ,..

Şimdilerde Oligarkların eline düşmek , Yeşilçam filmlerinde  hain jönün ! kucağına düşen masum kızların durumundan da beter ,.. bırakın ellerinden  kurtulmayı , kurtarmaya  teşebbüs edeni de doğduğuna pişman ediyorlar …






Kar Yağıyor Hayatıma ...

Bugünlerde yazı fotoğraf ne bulursam bana yakın, apartıyorum !!. Bu başlıkta Selim İleri'ye ait bir kitabın adı, tam da bugünlerdeki beni anlatıyor ...
Karı çok severim aslında o yüzden hemen kötü şeyler getirmemek lazım akla desem de inanmayın, benim tebdil-i hevâ ! pek kısa sürdü gene kemoterapiye başlıyoruz.
Neden ? Niçun ? .. sorularına yanıt ;
Sakrumda rekürrens olabilir, Batındaki lenf nodlarım harekete geçti , aksillerde yenisi eklendi ,7.kosta da devreye girdi ( Türkçesi boyuna ve kemiğe sıçradı  ) falan falan gibi bir Pet CT raporuyla karşılaşınca itiraz şansım kalmadı ..
Belli ki ağır bir dayak bekliyor benimkileri ve  Beni !!!.  

Ne yapalım dostlar ne demiş Haldun Taner ustamız ;

 “Ölürse Ten Ölür /Canlar ölesi değil  … “

Biraz karamsar bir yazı oldu farkındayım ama yapacak bir şeyim yok , yere serik moddayım ,…
Hem zaten 3 senedir sizleri olacaklara alıştırıyorum , birde teselli edemem vallahi … İyileşirsem görüşürüz , yoksa da Oğuz Atay’ın dediği gibi “ iliğinize işler , organizmanıza sızar , sizde var olmayı sürdürürüm” meraklanmayın !!!.

Kalın sağlıcakla ,..

Feyza    25 /Ocak/ Şehir




Tebdil-i Hevâ *




Değerli dostlar,

2012/5/Ocak tarihi itibariyle  kıymetli  onkoloğumdan  3 aylık Tebdil-i Hevâ  izni almış bulunmakta olup her türlü gezi tekliflerine açığım !,  duyurulur.                                                                                                                                      


Nasıl becerdin diye sormayın bende çok anlayabilmiş değilim ama şöyle bir tahmin yürütüyorum ;  4 Ocak Perşembe günü  genel kontrolümün  sonucunda o kadar kontra durumlar oluştu ki , benim cücelere   “ Aaaaaa ,.. yeter ama benimle dalga geçiyorsunuz  ” dedim ve o ruh haliyle ertesi gün  doktoruma gittim . Sanırım bıkkın yüz halimi görünce benim sevgili cool doktorum ! “Bu ,.. ben izin vermesem de kendiliğinden kafa tatili yapmakta kararlı , erkeklik bende kalsın ,. “ diye düşündü ,  (haksız sayılmaz) ve bastı !! 3 aylık izni .

Kontra durumlara gelince ;
Yaklaşık 3 senelik Kanser maceralarımı ve yolculuklarımı sizlerle paylaşmış  Aralık ayı itibariyle 2012 de görüşmek üzere vedalaşmıştık . Yeni yılı geleneksel İzmir tatili ile karşılayıp – İzmir  20102 resimlerini ve anılarını da paylaşacağım en kısa zamanda -  İstanbul dönüşü hemen hastaneme , Başkent’e gittim , Abdomen MR , Toraks CT ve kan tetkiklerimi yaptırdım . Laboratuvar tetkiklerim yüz güldürücüydü Kasım ve Aralıkta yükselmeye niyetlenen Tümör Markırım  vazgeçmiş ve tekrar gerilemeye başlamıştı , MR sonuçlarımda güzeldi , Batın  sakinliğini !! koruyordu , Kıçım aynı durumdaydı  hafif ödem ve hava !! azgın Myozit durumları devam ediyordu kemoterapi sürdüğü için zaten bir iyileşme beklemiyordum ,..
 Garp cephesinde !! ise  yeni bir şey yoktu , ammaaa,.. Hareketlenme ! vardı … Benimkiler yeni yolculuklara çıkmamışlardı  lakin 3 ay önce  biraz ortadan kaybolalımda hep birlikte dayak yemekten kurtulalım diye verdikleri karardan vazgeçmiş görünüyorlardı .
Toraks CT raporuma göre %50 lik bir progresyon söz konusuydu doğalki can sıkıcı bir görüntüydü ama başka hiçbir şeyle desteklenmiyordu.
Özetle benim Akciğer nodüllerine bir kararsızlık ve şaşkınlık hakimdi . Bense çok sıkılmış ve yan etkilerden bunalmıştım ve bu şaşkınlıktan faydalanıp kendimi toparlamak için kemoya ara vermeye  kararlıydım . Yukarda da yazdığım gibi doktorum ön aldı ve  “ nodüller hala milimetrik  boyutta , progresyon  bu aşamada fazla anlam taşımaz bizi zorlamaz , biraz kendinizi toparlayın” dedi ve beni  azad etti
Durum budur dostlar,…  İlaçsız ,  iğnesiz ,serumsuz  bir 90 gün geçirmeyi başarmak ümidiyle şimdilik hoşçakalın diyeceğim , zira İzmir fotoğraflarını düzenlemekten (400 fotoğraf çekmişim !) tutun yeni site hazırlıklarına ve yeni yazılara kadar yapacak çok iş var ,çookk ,.. Üstelik bir yılın acısını çıkarmak üzere, Bedeni sokağa atmak ,bakıma almak , benim cüceleri ! hoş tutarak küçülmelerini sağlayacak farklı yöntemler geliştirmek de  işin cabası …
Kalın Sağlıcakla .

 (*Hava değişikliği )


Feyza k.d
Şehir/8 /Ocak 2012